Zaman kargaşası ve inşaa.
tahribat ve tadilat eseri geçmişimin savurgan tümceleridir.
27 Aralık 2010 Pazartesi
27 Kasım 2010 Cumartesi
Bendim O.
Giriş:
Zamana dair sözüm
yok. Akılda kaldığına inanmadığım kavramlara yorulmak zamanı da değil. Şu vakit
eski bir hesaba dem vurur bir gururla itiraf ederim ki varlığım bir o kadar da
yok. Eleştiririm kendimi en az dil'im kadar mümkün olduğunca küfrediyorum hiç bir
şeye inanmadığım kadar. Varlığıma laf ettirmem yanlış anlamayın düşündüğüm
kadar yine de varım ama yemişim özü olmayan insanların düşünüyorum diye kapladıkları
alanları... Sözün özü iki cümlede hasat edemem kendimi daha o kadar yetişmedim
ama bir kaç kelime bazen yeter insana. İşte bütün tepkilerimle bir yola garg
olmuş giderken bir Eskişehir akşamında hafifçe eylemlerimi başa sarıp aramaya koyuluyorum
kendimi. Yukarılardan izliyordum hayatımın her anını. Fakat ne kadar yükseğe
çıkarsanız o kadar zordur aradığınızı bulmak. Karelere artık daha çok insan
sığar çünkü. Artık ne fark ederdi ki teknoloji ya da hala evrilmenin verdiği
insanlıktaki derin sancı. Ben aradıklarımı en başından itibaren görebiliyor ve
duyabiliyordum. Ne de olsa istediğime kavuşmuştum. En azından o an yaptığım
eylemin sonuçlarıydı bu. Hiç merak etmeyin benden başka kimse anlatmayacak.
Anlatamayacak çünkü bu durumu.
Gelişme:
Yolda
yürürken buldum kendimi hemen o andan önce, sonra başladım takip etmeye. Ne
kadar sakin, umursamaz bir halim vardı. Etrafımdan onlarca insan geçiyor ben
ise sadece başım önümde yolu takip ediyordum. Elimde belki yakmayı bile
aklımdan geçirmediğim sigaram, kıvrımsız bir yol bulmuş, şehrin bile farkına
varmadan yürüyordum ağır sessiz adımlarla. Ne kadar sıkıcı görünüyordum, kafamı
bile kaldırmazken kimlere çarpıyordum, ne önemi vardı ki. Hatırlanmak hiç derdim
olmadığı gibi belli ki unutulmak ihtiyacım da vardı. Fakat insanların yüzünden
takip etmek gerekirdi bu şehri, bunu ilk gün fark etmiştim. Yüzünü görür görmez
unutacağınız insanların doğuştan mı gelir yoklukları, buraların havası hep bu
kadar acımıydı?
Sormuyordum,
sadece temposuna hiç dokunmadan kontrol halindeydim adımlarımın. Çizgilere
basıyordum, kaldırımları zıplayarak geçmiyordum, arada bir kafamı kaldırıyordum
ama gördüğüm hiçbir şey yoktu. Nasıl alışırdım güneşe hele de bu şehirde. Etraf
alabildiğine sarıydı, o karede o kadar net fark ettiğim tek şeyde buydu zaten.
Sadece alışılmış çizgilerim belliydi yüzümde, kollarım vücudumdan bağımsız
gibiydi, ağırlaşan adımlarım kimseye sorgusuz sualsiz, ileri zorlaşan ivme ve
ben o yolda en belirsiz adamdım ve bu kadar huzur bağımsızı olmamalıydı o
sokakta kimse. Sonra birden durdum etrafıma bakındım, daha tanıdık kapılar ve
yollardı etraftakiler, o kadar uzun süre yürümüştüm ki sadece bakarak,
görmeden. Yolun karşısına geçtim, dar bir sokağa girdim. Binalar renksiz, önüme
düşeceğini sandığım sarı ışığı bile sürmüyorlardı yüzüme. Ama tek farkla, artık
aralıksız kaldırıyordum kafamı. Daha da yavaş yürüyordum.
Yaşlı,
sokakta yaşadığı belli olan bir kadın geldi yanıma ateş istiyordu. Gözlerinden
başka bir renk yoktu yüzünde alabildiğine maviydi ve derin kırışıklıklarının
arasında tek belirgin kısımda buydu. Elimdeki sigarayı uzattım ona ve o an fark
ettim yanmayan sigaramı. Bağırarak, küfrederek döndü arkasını, arada bir geriye
dönüp yüzüme bakıyordu pek hoşuma gitmeyen o renkle. Bir an düşündüm; siyah
beyaz olsaydı o kare, büyük ve çapraza eğilmiş binalar üstümde, ortalarında
ben, sigarayı uzatmış ve küfreden o mavi kadın uzaklaşırken yanımdan. Nasılda
kapatırdı yüzündeki maviyi ve aslında sevdiğimi sandığım ama o gün tenime
iğneler gibi batan sarıyı.
Sonuç:
Binamın
kapısını açtım içeri girmeden çatının kenarında hafifçe süzülen ve hep aynı
duran açık maviye takılırım sandım, Fakat çok geçti ve gökyüzüne bakacak gücüm
tükenmişti. "En azından şu sigarayı içseydim keşke" ama duvarların
bile gereksiz geldiği o gün belli ki sigara yeterince siyah beyaz değildi. Aynı
şeyleri göremiyordum, hiçbirinde istediğim yerde değilken karelerin içinde ve
tek istediğim kapalı renklerken, solduramıyordum açık sarı ışığı ve koyu maviyi
ve istediğim gibi süremiyordum binaları, basamıyordum toprağa. En sevdiğim
renge o sahipti ve elimde istediğim o iki rengin arasındaki tek şeydi o. Bazen
kan kırmızı bazen o kare. Bana yarayacak tek şeyse inatçı bir güzdü, ben
üşüyecektim o griye çalacaktı hayatı, ben üşüyecektim ve biraz daha kestirme
gelecekti yolları. Kışın başka bir anlamı yoktu. Bir o kadar uğraşırken her
şeyle, ben sadece kalabalıkların yüzüme vurduğu sahipsizliğin rengini
kabullenmek istemiyordum. Haklıydım belki de. Kim bilir durduramadığım tek şeyi
yakabilirdim istersem. Yakarcasına girdim ev kapısından içeri. Yüzümü çevirdim
utanırcasına. Bakmadan hiç aynaya yaşım belirsiz. Döndüremiyordum ve istediğim
renkler değilken dünyam körde olamıyordum.
Banyoya uzanan yol ne
kadar uzun ve dardı ama hızlıca belki hiç nefes almadan geçilebiliyordu da. Her
ne kadar istemememde işte aynanın karşısındaydım. Hep merak ettiğim bir soğukluk
tutuyordum ellerimle. Kimisine belki de çok sıcak gelmiştir kim bilir? Hazır
kurtuluşu bugün güzde buluyorsam en soğuğunu da tutsam jiletin hiç kavgam
olamazdı bu hisle fakat geçen her an hissizleşiyordum ve artık çok yorgundum.
En tepeden bakmak isterdim bazen, artık oluyordu. hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan
herşeyi görerek en yukarılara çıkmak çok heyecan vericiydi. Kendimi
hazırlamıştım zaten alabildiğine yükselmeye fakat bir an her şey değişti o an
renkleri boğarken buldum kendimi. Maviydim, sarıydım ve siyahtım ve beyazdım.
Bendim hepsi ve artık, ben hariç herkesti etraf.
Giriş:
Zamana dair sözüm
yok. Akılda kaldığına inanmadığım kavramlara yorulmak zamanı da değil. Şu vakit
eski bir hesaba dem vurur bir gururla itiraf ederim ki varlığım bir o kadar da
yok. Eleştiririm kendimi en az dil'im kadar mümkün olduğunca küfrediyorum hiç bir
şeye inanmadığım kadar. Varlığıma laf ettirmem yanlış anlamayın düşündüğüm
kadar yine de varım ama yemişim özü olmayan insanların düşünüyorum diye kapladıkları
alanları... Sözün özü iki cümlede hasat edemem kendimi daha o kadar yetişmedim
ama bir kaç kelime bazen yeter insana. İşte bütün tepkilerimle bir yola garg
olmuş giderken bir Eskişehir akşamında hafifçe eylemlerimi başa sarıp aramaya koyuluyorum
kendimi. Yukarılardan izliyordum hayatımın her anını. Fakat ne kadar yükseğe
çıkarsanız o kadar zordur aradığınızı bulmak. Karelere artık daha çok insan
sığar çünkü. Artık ne fark ederdi ki teknoloji ya da hala evrilmenin verdiği
insanlıktaki derin sancı. Ben aradıklarımı en başından itibaren görebiliyor ve
duyabiliyordum. Ne de olsa istediğime kavuşmuştum. En azından o an yaptığım
eylemin sonuçlarıydı bu. Hiç merak etmeyin benden başka kimse anlatmayacak.
Anlatamayacak çünkü bu durumu.
Gelişme:
Yolda
yürürken buldum kendimi hemen o andan önce, sonra başladım takip etmeye. Ne
kadar sakin, umursamaz bir halim vardı. Etrafımdan onlarca insan geçiyor ben
ise sadece başım önümde yolu takip ediyordum. Elimde belki yakmayı bile
aklımdan geçirmediğim sigaram, kıvrımsız bir yol bulmuş, şehrin bile farkına
varmadan yürüyordum ağır sessiz adımlarla. Ne kadar sıkıcı görünüyordum, kafamı
bile kaldırmazken kimlere çarpıyordum, ne önemi vardı ki. Hatırlanmak hiç derdim
olmadığı gibi belli ki unutulmak ihtiyacım da vardı. Fakat insanların yüzünden
takip etmek gerekirdi bu şehri, bunu ilk gün fark etmiştim. Yüzünü görür görmez
unutacağınız insanların doğuştan mı gelir yoklukları, buraların havası hep bu
kadar acımıydı?
Sormuyordum,
sadece temposuna hiç dokunmadan kontrol halindeydim adımlarımın. Çizgilere
basıyordum, kaldırımları zıplayarak geçmiyordum, arada bir kafamı kaldırıyordum
ama gördüğüm hiçbir şey yoktu. Nasıl alışırdım güneşe hele de bu şehirde. Etraf
alabildiğine sarıydı, o karede o kadar net fark ettiğim tek şeyde buydu zaten.
Sadece alışılmış çizgilerim belliydi yüzümde, kollarım vücudumdan bağımsız
gibiydi, ağırlaşan adımlarım kimseye sorgusuz sualsiz, ileri zorlaşan ivme ve
ben o yolda en belirsiz adamdım ve bu kadar huzur bağımsızı olmamalıydı o
sokakta kimse. Sonra birden durdum etrafıma bakındım, daha tanıdık kapılar ve
yollardı etraftakiler, o kadar uzun süre yürümüştüm ki sadece bakarak,
görmeden. Yolun karşısına geçtim, dar bir sokağa girdim. Binalar renksiz, önüme
düşeceğini sandığım sarı ışığı bile sürmüyorlardı yüzüme. Ama tek farkla, artık
aralıksız kaldırıyordum kafamı. Daha da yavaş yürüyordum.
Yaşlı,
sokakta yaşadığı belli olan bir kadın geldi yanıma ateş istiyordu. Gözlerinden
başka bir renk yoktu yüzünde alabildiğine maviydi ve derin kırışıklıklarının
arasında tek belirgin kısımda buydu. Elimdeki sigarayı uzattım ona ve o an fark
ettim yanmayan sigaramı. Bağırarak, küfrederek döndü arkasını, arada bir geriye
dönüp yüzüme bakıyordu pek hoşuma gitmeyen o renkle. Bir an düşündüm; siyah
beyaz olsaydı o kare, büyük ve çapraza eğilmiş binalar üstümde, ortalarında
ben, sigarayı uzatmış ve küfreden o mavi kadın uzaklaşırken yanımdan. Nasılda
kapatırdı yüzündeki maviyi ve aslında sevdiğimi sandığım ama o gün tenime
iğneler gibi batan sarıyı.
Sonuç:
Binamın
kapısını açtım içeri girmeden çatının kenarında hafifçe süzülen ve hep aynı
duran açık maviye takılırım sandım, Fakat çok geçti ve gökyüzüne bakacak gücüm
tükenmişti. "En azından şu sigarayı içseydim keşke" ama duvarların
bile gereksiz geldiği o gün belli ki sigara yeterince siyah beyaz değildi. Aynı
şeyleri göremiyordum, hiçbirinde istediğim yerde değilken karelerin içinde ve
tek istediğim kapalı renklerken, solduramıyordum açık sarı ışığı ve koyu maviyi
ve istediğim gibi süremiyordum binaları, basamıyordum toprağa. En sevdiğim
renge o sahipti ve elimde istediğim o iki rengin arasındaki tek şeydi o. Bazen
kan kırmızı bazen o kare. Bana yarayacak tek şeyse inatçı bir güzdü, ben
üşüyecektim o griye çalacaktı hayatı, ben üşüyecektim ve biraz daha kestirme
gelecekti yolları. Kışın başka bir anlamı yoktu. Bir o kadar uğraşırken her
şeyle, ben sadece kalabalıkların yüzüme vurduğu sahipsizliğin rengini
kabullenmek istemiyordum. Haklıydım belki de. Kim bilir durduramadığım tek şeyi
yakabilirdim istersem. Yakarcasına girdim ev kapısından içeri. Yüzümü çevirdim
utanırcasına. Bakmadan hiç aynaya yaşım belirsiz. Döndüremiyordum ve istediğim
renkler değilken dünyam körde olamıyordum.
Banyoya uzanan yol ne
kadar uzun ve dardı ama hızlıca belki hiç nefes almadan geçilebiliyordu da. Her
ne kadar istemememde işte aynanın karşısındaydım. Hep merak ettiğim bir soğukluk
tutuyordum ellerimle. Kimisine belki de çok sıcak gelmiştir kim bilir? Hazır
kurtuluşu bugün güzde buluyorsam en soğuğunu da tutsam jiletin hiç kavgam
olamazdı bu hisle fakat geçen her an hissizleşiyordum ve artık çok yorgundum.
En tepeden bakmak isterdim bazen, artık oluyordu. hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan
herşeyi görerek en yukarılara çıkmak çok heyecan vericiydi. Kendimi
hazırlamıştım zaten alabildiğine yükselmeye fakat bir an her şey değişti o an
renkleri boğarken buldum kendimi. Maviydim, sarıydım ve siyahtım ve beyazdım.
Bendim hepsi ve artık, ben hariç herkesti etraf.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)